İnsan Ontolojisi: İstemenin İdrâkı
- Ayşegül Uzgur
- 13 Tem 2024
- 2 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 29 Tem 2024
Her şey bir sebep ile başladı. Çünkü her varoluş, bir sebebe muhtaçtı. Oluşuma vesile olan sebep silsilesi ise kendi ihtiyacını oluşturmuştu. Yaratılan her varlık, kendi ihtiyacı ile yaratılmıştı. İhtiyaca muhtaç insan, gereksinimlerinin karşılanması için yaratıcı tarafından birçok özellik verilerek değerli kılınmıştı. İnsan, hem bu değeri hem de ihtiyaçlarını anlamak ve tanımak üzere bir yola çıktı. Bu yol, insan ontolojisi: istemenin idrâkı olarak adlandırılan ve kendisine sır olan ile âşikar olanın arasındaki yaşamsal örüntünün nasıl oluşturulacağına dair seçeneklerden yalnızca bir tanesiydi. Sır açığa çıkınca âşikar olacak, insan yaşamına kolaylık gelecek ve ebedî huzurun başlangıcı olacaktı. Ama hiç de öyle olmadı.

Çünkü insan, içinde yaşayacağı dünyanın zahmetsiz olmasını arzu etti. Oysa varoluşundaki sebep, onun zorlu, mücadele ve gayret isteyen yaşamının içerisinde yatmaktaydı. Peki, bu gayret kendisinden nasıl ve ne şekilde ortaya çıkmalıydı? Bunun için de yaratıcının kendisine bahşettiği tabiatından gelen bir kuvvenin neticesi olarak ortaya çıkan o soruyu sordu: "Neden?"
İnsan, aklî melekelerini kullanmanın önemini fark ettiği günden neredeyse ölümüne kadar varoluşunun amacı ve nedeni üzerinde düşündü. Bu düşünce bitemeyecek bir durum olsa da, onu; yaratılmış ne varsa kavramsal boyuttan anlamsal boyuta adım adım götüreceği için yaşamının her bir evresini bambaşka anlam ve değerler üzerine kurmaktan da geri duramadı. Sonra, sorunun zihnindeki yankısı; onun, aslında düşünen ve düşündüklerinin karşılığını görmek isteyen bir varlık olduğu kanısına varmasına yardımcı oldu. Çok geçmeden de görmek için bakmak gerektiğini, işitmek için de dinlemek gerektiğini ve bu durumların birtakım melekeler kullanılarak gerçekleştirildiğini anladı. Böylelikle de gerçek ihtiyacın; gerçek ve anlamı olan bir hayatın içinde olduğuna kâni oldu. Yani yaratılış gâyesine; inanan ve inanmayan penceresinden değil, asl olan hikmeti müşâhede edebilme gayretinden bakmaya rızâ gösterdi. Rızâ göstermek insanın ilk adımıydı. Bu adımın devamında râzı olacağı şeylerin belirginleşmesi için yapacağı seçimler gelecekti. Yapılan işin, söylenen sözün hatta hissedilen duygunun bile rengindeki netlik insana huzur vermekteydi. Tâ ki kendisine söz geçiremeyene kadar.
Her şey insanın açgözlülüğü ile başladı. Kanaât etmediğinde gelen huzursuzluk bütün renklerin ışıltısına gölge düşürdü. İnsan mutsuzdu. Oysaki yolu belliydi, seçimleri netti ama yine de mutsuzdu. Yaratıcı ona kendisine perde olanı kaldırması için bir yol daha açtı ve insan bir soru daha sordu: "Neden?" Sorunun yankısında bu kez yalnızca düşünmenin yetmeyeceği, derununda daha derin hallerin ve renklerin varlığı vardı. Bu kez daha yakından görmeyi, daha yakından işitmeyi ve daha yakından anlamayı istedi. İnsan bir şeyi daha idrâk etmişti. İstemişti. Ve nihayetinde isteme halinde iken yaratıcısı ile kurduğu bağın güveninde, aradığı huzuru bulmuştu.
Ve her şey insanın sevmesiyle başladı. Çünkü ruhunun ilk tanış olduğu sevgiydi. Sevdikçe sevildi. Sevildikçe daha çok sevdi. O’nunla irtibatta olmayı sevdi. Her şeyin başı ve sonu hatta sonsuzluğu O’nun bilinmek istemesi üzerine kuruludur.
Comments